1960’lı yılların ilk dönemlerini çok iyi hatırlıyorum. İş makinelerinin olmadığı, üç santimlik çapalarla toprağı tersyüz ederek zor şartlarda ekip biçtiğimiz dönemlerdi. Köyümüzde alternatif tarımın yaygın şekilde konuşulduğu ve adına çay denilen bitkinin gündem yapıldığı günler. Tanışık olmadığımız bu bitki için söylenen tek şey Rize’nin bir bölümünde ekildiği ve iyi sonuç alındığıydı.
O dönemler evinde şeker olan aileler zengin sayılırdı. Hatırlıyorum, bizim evimizde elli gram kadar şeker hayvanlarımız hastalandığında ilaç olarak kullanmak üzere ocağımızın üst kısmında aylarca asılı durdu. Hele adına çay denilen sıcak içeceği her gün kahvaltısında tüketenler parmakla gösterilecek kadar azdı. Onlar elittiler.
Topraklarımızı santim, santim işlercesine dokuz yıl boyunca çay dikim işleriyle uğraştık. Bayır arazilerimizi setler haline getirdik. Bir dönüm çay bahçesini tüm aile bir yıl boyunca çalışarak zaman, zaman işçi de alarak yapabiliyorduk. İş zordu ama büyük hayallerimiz vardı.
Her evin ahırında en az beş tane büyük baş hayvan beslenir, gübreleri ilaç gibi korunurdu. Annem bu organik ürünü sepetlerle işlediğimiz topraklara taşırdı. Üç yüz metre mesafede olan çay bahçelerimizde vardı, beş yüz metre mesafede olan çay bahçelerimiz de vardı. Her çay ağacının dibinde annem gibi tüm Karadenizli kadınların alın teri ve hayal bile edilemeyecek kadar büyük emekleri vardır.
Çünkü bu adsız kahramanlar beklenenin ötesinde çok büyük zahmet çektiler.
Çay fidanlarını çocuklarımız gibi büyük bir itina ile büyüttük. Karın doyurmayan, açlık gidermeyen bu bitki aslında hepimizi korkutuyordu. Zor günler gelip çatarsa karnımızı nasıl doyururuz. Çay ağaçlarını ne yaparız. Mısır ektiğimiz bahçelerimize yeniden nasıl kavuşuruz. Bu endişe her üreticinin zihninde yer etmiştir.
1960 in sonları ve 70 li yıllar çay bahçelerinin verime ulaştığı ve elimize çay parasının geçtiği yıllardır. Bize anlatılanlar ile kurduğumuz hayaller örtüşmese de çay bahçelerimizi yetiştirmeyi başarmıştık. Artık bu sevimli bitki hayatımızın en önemli tahtında yer tutmuştu. Mısır püskülleri gitmiş, yerine beyaz çay çiçekleri gelmiştir.
İş umduğumuzdan zor çıktı. 2,5 yaprak filizleri gününü geçirmeden, tek, tek ve ellerimizle toplamak zorundaydık. Parmaklarımız yarılıyordu. Çaykur’un çay eksperlerini geçmek mümkün değildi. Bir çay filizini uzun bulmasınlar, tüm bohçamızı seçmek zorunda kalıyorduk.
Gübreyi ahırdan, emeği kendimizden verdiğimiz için satıştan elde ettiğimiz paranın tamamı cebimizde kaldı.
Artık sabahları çay içebileceğimiz günlere ulaşmıştık. Çayın sayesinde evimize zeytin bile girmişti. Hiç birimiz hayal bile edemediğimiz şekilde üstüne üstlük, akşamları keyif çayı bile içer olmuştuk.
Köyümüzün bütün bahçelerini çay ağaçları işgal etti. Çay ile yatar, çay ile kalkar olduk. Akıllı insanlar tarif edilirken, işi ilk kavrayanlar ve en çok çay bahçesine sahip olanlar gösteriliyordu.
Çay işi öylesine hızla yayıldı ki devlet işlenmesi için ihtiyaç duyduğu fabrikaları aynı hızla kuramadı. Yıllarca biz çayımızı büyük zahmetlerle toplayıp devlete sattık, o ise satın aldığı çay yapraklarını denize dökerek imha etti. Bu kısırdöngü özel sektörün devreye girdiği döneme kadar aralıklarla devam etti.
Şimdi önümde duran bardaktaki kan kırmızısı sıcak çaya bakarken annemin ve babamın hayallerini görüyorum.
Her bir fidanı severek, konuşarak, dertleşerek ve beklide zaman, zaman diplerinde gözyaşı dökerek büyütülen çay ağaçlarına bakarken, aslında tüm kara denizlileri görüyorum.
Çay ağaçları vefalıdır. Büyük zahmetlerle büyütülseler de, annelerimizin babalarımızın geçimine destek oldukları gibi, bizim geçimimize de destek oluyorlar. Yarınlarda da torunlarımıza vefa gösterecekler.
Her yıl beyaz çiçeklerini açtıklarında onları büyüten yüz binlerce Karadenizli kadın ve erkek üreticiyi hatırlayacağız. Çay çiçekleri kadar güzel ve tertemiz hayallerini ve emeklerini bize emanet bıraktılar.
Her yıl bahar geldiğinde beyaz çiçekli çay ağaçları sessiz sedasız büyüttükleri filizlerini toplayanlara şöyle dua eder;
- İşte annelerinizin, babalarınızın emeklerinin karşılığı. Toplayana da, tüketene de, sağlık olsun. Sefa olsun.
Mustafa Yılmaz Kar
Çaysiad