Ayaklarım titriyor. Dizlerimin bağı çözülmüş. Neden bilmiyorum yolunda ömür tükettiğim kuran kursumun kapıları bile gücümü sınamaya başlamış. Açmakta zorlanıyorum. Oysa çok değil daha altmış beş yıl önceydi. Çocuk sayılabileceğim o yaşlarda bile sosyal hayatın içinde olmaktan, merdivenleri üçer beşer çıkmaktan, cami imamlarının maaşını ödeyebilmek için kapı, kapı dolaşıp fasulye mısır toplamaktan geri durmazdım. Bu günde de aynı hislerin içindeyim ama bedenim heyecanıma cevap vermiyor.
İşte o günlerin birinde, Hacı Kaşif beni yanına çağırmış ve bana;
- ‘’Bak oğlum demişti. Babanın bir oğlu yoktu. Bir gün oldu ve köylü onun oğluna muhtaç kaldı. Şimdi sen mecbursun bu köyde muhtar olacaksın’’
Hayatıma yön veren bu serüven o zaman başladı. Toplumsal hedefler için çalışmayı seviyordum. Topluma hizmet etmek beni mutlu ediyordu. Bu sebeple Hacı Kaşif in teklifi beni heyecanlandırmıştı. O gün gidip muhtarlık için aday oldum. Seçime girdim.
Daha yirmili yaşlardaydım. Köylü beni desteklemiş ve seçimi kazanan taraf olmuştum. Tüm tecrübesizliğime ve devletin imkansızlığına rağmen önemli işler başardık. Devletin bu bölgede sahip olduğu çok az sayıdaki iş makinelerinden, ekipmanlarından ziyadesiyle yararlandık.
Köyde yaşayan herkesi bir hafta çalıştırarak köyün ana yollarını yaptırdım. Bu yollarda bu köyün insanlarının parasal katkısı ve alın teri vardır. Fakirliğin diz boyu olduğu 1960 lı yıllarda insanlarımız evlerindeki fasulyelerini, mısırlarını satarak bu yolların yapılmasında emeklerinin yanı sıra parasal katkı da sağladılar. Çok yüksek dayanışma örneği gösterdiler. Köyümüzde kan damarı gibi dolaşan su kanallarının çoğunu çapanın ucuyla bu köyün insanları açtı.
Ben köyümde yedi yıl muhtarlık, üç bucuk yıl belediye başkanlığı yaptım. En büyük emeğimi ise yıllarca ardından koşturduğum kuran kursumuz için verdim.
Camcı Hafız yol arkadaşımdır. Biz onunla aynı hayalleri paylaştık. Aynı zorluklara göğüs gerdik. Serüvenimiz boyunca dertlerimizi içimize gömdük, sıkıntılarımızı yok saydık. Birlikte çalıştık. Ülkemizde var olan ciddi ve sıkıntılı durumları anladık ve onların riskini de her zaman göze aldık. Kuran kursumuzun kapısına kilit vurdurmadık. Kolay değil cebinizde olmayan para ile üç yüz elli canı beslemek ve eğitmek. Onların bütün ihtiyaçlarını bulmak ve hazır etmek.
Eğer adına hamal deniyorsa iki hamaldık. Eğer adına hayırsever deniyorsa iki hayırseverdik. Adına ne deniyorsa densin biz o ikiliydik. Ömür verdik. Gençliğimizi tükettik. Kavga etmedik, dargın durmadık. Ayaklarımızın tersine, tersine gittiği ömrümüzün şu son günlerinde bile aynı şevkle ve bağlılıkla birbirimizi anlayabiliyoruz.
O dönemde bana ‘’sen kuran kursu için İstanbul’a para toplamaya gideceksin.’’ dediler. O yıl için gitmek istemedim. Köyde bir köprünün yapım işini almıştım onu bitirmek istiyordum. Farklı bir mazeret ileri sürdüm ve arkadaşları ikna etmeyi başardım.
İyi hatırlıyorum. Arkadaşlarım perşembe günü İstanbul’a gittiler bende cuma günü fasulye sırığı yapmak için ormana geçtim. Ağaca çıktım fasulye sırığı kesiyordum. Nasıl oldu anlayamadım ağaçtan düşmüşüm belim kırıldı. Üç ay sırt üstü yattım. Acı çektim. Çok yoruldum.
Ben bu sıkıntıyı İstanbul’a giden arkadaşlarımı aldattığımdan biliyorum.
Gece gündüz Allaha yalvardım. ‘’ Eğer ben bu sıkıntıdan kurtulursam kendimi kuran kursuna vakfedeceğim’’ diye.
O dönemlerde Kutri Mustafa dedikodudan bıktığı için kuran kursunu bırakmıştı. Çok çalışmıştı. Kurs binası için çok emek vermişti. Birkaç değişiklik daha oldu. İş yürümedi. Ve bir gün İstanbul’a gitme işini yediden bana verdiler. Kafamda ne yapacağımı planlamıştım. Hayır işlerinde istekli, Allah yolundan heyecan duyan Mehmet Bayraktar gibi, İbrahim Kurtuluş gibi İstanbul da yaşayan iş adamlarımız vardı. Onlara güveniyordum.
İzmit, Bursa dolaştım. Bu arkadaşlarımızın da desteğiyle iyi sonuçlar aldım. Döndüğümde herkes çok şaşırmıştı. Elli bin liranın üzerinde para toplamıştım. Bu o dönem için çok iyi bir rakamdı.
Kursumuza büyük bir teveccüh vardı. Üç yüz elli talebeye ulaşmıştık. Buradan mezun olanlar imtihanlarda özel ilgi görüyordu. Çok gururluyduk.
En sonunda Kurs işini bana bıraktılar. Kendimi kursa adadığım için itiraz etmedim. Çamcı Hafızla birlikte işi yüklendik. Sıkıntılı günlerden geçtik. Zorlu yollardan yürüdük. Para toplamak yasaktı. Bakanlıktan izin almak gerekiyordu. Aslında bu iznin de bir anlamı yoktu çünkü verilmiyordu. Saklanarak, kaçak çalışarak risklide olsa her şeyi göze alarak ihtiyacımız olan yardımları toplamaya çalıştık.
Bir gün çok bunaldım. Kutri Mustafa gibi bende dedikodudan bıkmıştım. Allaha verdiğim sözü bildiğim halde bu işi başka yerde yapabileceğimi düşünüyordum. Ayrılmaya karar verdim. O dönem hasta düşmüşüm beni hastaneye kaldırdılar. Gelenim gidenim oldu. En ilginç ziyaretçim geldiği gün verdiğim karardan yeniden dönmek zorunda kaldım. O ziyaretçim bana iyi bir ders vermişti.
Gelen Balek Fazlı idi. Hastanedeki odamın kapısını açmış içeri dahi girmeden bana şu sözleri söylemişti;
- Köftegül kalbini düzelt iyi olacaksın.
Şaşırdım. Gönül koydum. Beklemediğim bir cümle ile karşılaştığım için üzüldüm. Balek Fazlı ya İtiraz ettim
- Hacı benim kalbim temiz. Kalbimde bir şey yok ki dedim.
- Yok, yok dedi kursla ilgili bazı düşüncelerin kulağıma geldi. Onları düzelt.
Geçmiş olsun demedi, nasılsın diye sormadı kapıyı kapatıp gitti.
Bu tavır yeniden işe koyulmama sebep oldu. Çalışmalarımıza devam ettim.
Geriye baktığım zaman çok çalıştığıma, başarılı olduğuma inansam da, yaptığım sosyal faaliyetler yüzünden evime bir katkı sağlayamadığımı görüyorum. Bu durum ev reisi olan herkes için çok zordur. Talihsizliğimden midir yoksa beceriksizliğimdenmi bilemiyorum, görev aldığım her dönemde borçlanmıştım. Fakirdim, sadece muhtarlığım döneminde 1.500 liraya ulaşan borcumu on beş yılda ödeyebilmiştim. Para kıymetliydi ve yoktu.
Oğlum bana her defasında aynı şeyi söylemiştir.
- Sen sevdiğin bu yolda istediğin gibi yürü baba. Evi bana bırak ben üstesinden geleceğim İnşallah. Sitem etmemiştir, eğri yüz göstermemiştir.
Ben eve bir ekmek dahi getiremedim. Bir katkı sağlayamadım. Hiç param olmadı. Kenarda cenaze parası dahi biriktiremedim. Oğlum Nihat olmasaydı ben bu işlerle uğraşamazdım.
Hep borçlu olduğum bir hayatın içinde yaşadım. Muhtar oldum borçlandım, reis oldum borçlandım, kuran kursuna çalıştım borçlandım. Borç yakamı hiç bırakmadı, bu dünya da ondan hiç kurtulamadım.
Hiçbir zaman keşke sosyal hayatın içine girmeseydim de servet edinmek için çalışsaydım da demedim. Dünyaya bir daha gelsem Nihat gibi oğlum oldukça aynı işleri yeniden yaparım.
Hayat dediğimiz nedir ki. Acısıyla tatlısıyla doksanları aştı. Bu gün gönlüm ses vermek istiyor. Sesimin duyulduğunu hissetmek istiyor.
Duyun beni Bölümlünün emek verdiğim yolları, açtırdığım su kanalları. Duyun beni sabahlara kadar hizmet aşkıyla uyuyamadığım geceler. Çektiğim acılar, yaşadığım korkular. Yürüye, yürüye bitiremediğim yollar. Duyun beni yaptırdığım köprüler, emek verdiğim öğrenciler. Duyun beni Bölümlünün vefalı insanları.
Duyun da, yaşlılığımda anlam veremediğim yalnızlığımı alın üzerimden.
‘’Vefa’’ denilen iyi huylar aşkına.
Mustafa Yılmaz Kar
Mustafa Yılmaz KAR
Yazarın Diğer Yazıları :
Tümü