Türküler yakıldı, ağıtlar dizildi, şiirler yazıldı. Köyünü özleyenlerin feryadı nağme, nağme duygusal dünyalarında gözyaşlarına dönüştü. Bu duygusal dünya aslında bir o kadar da önemli ekonomik dünya haline geldi. Boşalan köyler, kalabalıklaşan şehirler ayrı, ayrı sorunlar olarak önümüze çıktı. Şimdi aşağısı sakal, yukarısı bıyık misali çöz bu sorunları çözebilirsen.
Mevcut kaynakları eriten bu kontrolsüz yapı beraberinde önlenemeyen bir kaynak israfını da sürüklüyor. Tarlasını ekmeyenler, sahibi olduğu arazilerin tarım alanı vasfına aldırış etmeyenler, gelecekte ne ile karşılaşabileceğinin hesabını yapmadan daha rahat ve konforlu bir yaşam için şehirlere göç etmeye devam ediyor.
Köyde doğup büyüyen genç kızlar evlenme yaşına geldiğinde şehirde gelin olmayı hayal ediyor, genç erkekler ise şehirden bir eş bulmanın ve şehre kaçmanın heyecanı içinde. Çünkü her genç birey şehirlerde sosyal güvenceli bir iş bulmanın, daha iyi bir hayat standardı yakalamanın ve çalışarak emekli olmanın daha mümkün olacağına inanıyor. Şehirler rahattır, şehirler gelecek vaat ediyor bilinci beyinleri işgal etmiş.
İktisat ilminde bir teorik yaklaşım vardır. Denir ki; savaşta ya da olağanüstü hallerde ilk zora girenler maaşla geçinenler ve emeklilerdir. Çünkü zor şartlar ilk önce onların olanaklarını yok eder. Tıpkı savaşta ilk gözden çıkarılanların emekliler olduğu gibi.
Ben yıllarca çamaşırlarımı, bulaşıklarımı elde yıkayabilirim. Makineler olmasa da hayatımı idame ettirebilirim. Bunu herkes yapabilir. Ne yazık ki iki günden fazla aç duramam. Yemem lazım.
Tarlası olanlar, tarlasını ekip biçenler her vakit güvendedir.
Sormak lazım; şehirlerimizde kaç tane tarla ekmesini bilen, meyve dikmesini bilen genç yaşıyor? Herkes bir masa kapmanın ve birilerini yönetebilmenin hesabı içine. Hiç kimse zor şartlarında var olabileceğini düşünmüyor.
Teknoloji kalabalığın peşinden koştuğu için önceliği şehirlere vermiş. Köyler ve köylüler arka planda kalmış. Şehirlerde çalışmak ya da çalıştırılmak için sosyal güvence zorunluluğu bir takip sistemini de büyütmüş. Köylerde bağda bahçede çalışan ya da çalıştırılanların örgütlenmemiş hali, aleyhlerinde durum yaratmaya devam ediyor. Otokontrolsüz altyapı onları yine arka planda bırakmış.
Devlet evler yaptı evsizleri ev sahibi yapmak için kaynaklar üretti, yoğun çaba harcadı. Sen neden evsizsin, buralara neden geldin, köyünü ne yaptın, kaç dönüm arazin var diye sormadı. Arazisini kim işliyor diye araştırmadı, Bir iş bulmasına yardım etti ve ev sahibi olmasını sağladı.
Bu sosyal yaklaşımda bir yanlış yok. Yanlış olan ona bu imkanları neden köylerinde veremediğimizde yatıyor. Çünkü bu yaklaşım biçimi köylerin cazibesini yok etti.
Tarım alanlarının toplumun ortak malı olduğunu kimse aklına getirmiyor. Tapusu olanlar sahibi olduğu tarım alanlarını canları istediği gibi kullanabileceklerini ve hatta boş bile bırakabileceklerini düşünüyorlar. Tabunun sonsuz hak verdiği zannediliyor.
Türkiye köylerle ilgili politikasını gözden geçirmek zorundadır. Ya nüfusu köye geri çekmenin yollarını aramalı ya da toprakları birleştirerek yönetmenin projelerini yapmalıdır.
Şimdi beş yaşındaki torunumu bahçeye neden getirdiğimi, neden toprak ile ilgilendirdiğimi kızım anlıyor. Küçük Mahinur’un tohumu toprağa zevkle atmasını isterken, elbiselerini kirletmesine ve çamurlanmasına neden ses çıkarmayın dediğimi de kızım anlıyor. Hepimiz inanıyoruz ki, sadece toprakla uğraşırken kendisini kirletmesine neden müsaade ettiğimizi günü geldiğinde torunum Mahinur’da çok iyi anlayacak.
Mustafa Yılmaz KAR
Yazarın Diğer Yazıları :
Tümü